El Faşer'de nereli olduğunu
bilmediğim bir yabancıdan duydum: “ Darfur'da çalışan tek şey
eşşekler ve kadınlar.” Aşağılayıcı bir söz ancak Darfurlu
kadınların içinde bulunduğu durumu anlatan bir yönü var.
Buranın kadınları en ağır işlerde çalışıyorlar, proletarya
devriminin Çinli kadınlara hediyesi inşaat işçiliğini buranın
kadınları da yapıyor, harç karıyor, tuğla taşıyorlar. Ancak
buranın kadınlarının bir devrim eşitliği gördüğü yok. Hoş, kimsenin bir eşitlik gördüğü de yok dünyada. Darfurlu kadınların tek gördükleri yıllar süren çatışmanın getirdiği
acılar ve tecavüzler. Odun toplamaya giderken tecavüze uğruyorlar.
Odun toplamak da kadınların görevi. Su taşımak da. Odun
topluyorlar çünkü yemek yapmak için odun toplamak zorundalar.
Odun bohçalarını ve su bidonlarınıysa en azından kendileri
sırtlanmıyor, eşşekle taşıyorlar.
Yine de dışarıdan yadırgamak,
aşağılayıcı sözler söylemek çok doğru değil. Belki de küçük
çocuklar çocuk askerlere döndüğünden, geride işleri yapmak
kadınlara düşmüş. Hayatın zorluğundan demek açıklayıcı mı?
Bir köşede radyo dinleyip siyaset konuşan erkekler ne olacak?
Sadece uzaktan suçlama kolaylığındansa zihni
konforumuzu bozup acıları anlamalı ve acılarına ortak olmak daha yerinde olur.
El Faşer'de şehrin bir çok yerinde
eşşekle bir şeyler taşıyan kadınlar görmüştüm ama hep belli
bir mesafeden, en fazla gelip geçen bir aracın penceresinden. Ancak
bir gün arkadaşımla ritüelin dışına çıkıp kendi başımıza
dolaşmaya karar verince, daha kapıdan çıkar çıkmaz 4-5
eşek üzerinde 4-5 kız çocuğu etrafımızı sardı. Henüz evin
önündeydik ve hadisenin gerçek dışılığından ne yapacağımızı
şaşırdık. Yaşları 10 ile 15 arasında değişiyordu. Eşeğin
iki yakasına iplerle salınmış su bidonları vardı ve bize yüksek
sesle “water, water” diyorlardı. Su mu satmak istiyorlardı,
evimizin deposundan su mu almak istiyorlardı anlayamadım.
Yüzlerinde çocuksu bir gülümseme vardı hepsinin. İlk şaşkınlığı
attıktan sonra, evin kapısının önünde eşşek süren kız
çocuklarınca basılmış olmanın garipliğinden kaçmak için
ileri doğru yürümeye yeltendik ama onlar da peşimizden geldi.
Belki de artık ne su satmak için ne su almak için, sadece
yüzümüzdeki çaresiz ifadeyi görmek için. Evimizin bekçisi ile
konuşmasını söyledim onlara el işaretleri ile, o da kapıya
çıkmıştı çünkü, bizi unutmalarını umarak. Ama daha 20 metre
uzaklaşmamıştık ki tekrar yanımıza geldiler. Maya maya dediler,
su demek. Sanırım bu bir bulmaca kelimesiydi. Sonra water water
dediler. Ben baktım olmayacak Allah Kerim dedim. Durdular.
İçlerinden yaşça büyük olanı anlamlandıramadığım bir
şekilde baktı. Sonra eşşeklerini başka bir yere sürüp
uzaklaştılar.
Bizi minübüsüyle El Faşer'in her
yerine götüren Muhammed'den öğrenmiştim Allah Kerim'i. Bir yerde
durduğumuzda bir şeyler dilenen yaşlı kadına demişti. O da
gitmişti. Sonra sonra anladım, burada en ısrarcı dilenci bile
Allah Kerim deyince, onun Kerim'liğine karşı çıkmak olmasın
diye susuyordu, en azından eski zamanlarda ve şimdiyse bir edeb-i
muaşeret olarak.
O eşşeğinde taşıdığı bidonlarla
su ticareti yapan kız çocuğunun bakışı, water'dan başka ecnebi
dili bilmediğinden, beni neden dilenci yerine koyuyorsun bakışı
olsa gerekti.
Dünyayı en iyi ayaklarının üstünde
farkedebiliyorsun, yani çıkıp yürüyeceksin, toplu taşıma
araçları kullanacaksın, ara sokaklara gireceksin. Al Faşer
sıcağında bunalmış ben ve arkadaşımın farkettiği şeyse ne
bir yerel kahvehane ne bir ara sokak, bir dört yıldızlı oteldi. Nor Alayman Oteli. Gerçi önünden gelip geçiyorduk ve orada bir otel olduğu
yazıyordu ama sıcağın altında daha net gördük.
Otelin buradaki tüm evler gibi yüksek
duvarlı bahçesine girince Al Faşer'in tozu toprağını geride
bıraktık. İki yanımızda uzanan çimlerden resepsiyona girdik,
sonraları Al Faşer'den görevlendirileceğimiz yere aktarma
yaparken uçağımız bir sonraki güne atarsa kalmamız gerekir diye
odaları gezik fiyat aldık. Gayet güzel ve temiz odalar. Jeneratör
ve su deposu da var. Geceliği 220 paund (44 dolar). Sabah
kahvaltısını sorarken kendimizi restoranda bulduk. 20 paund'a çok
güzel bir pizza yedim. Yanına 10 paunda taze sıkılmış portakal
suyu. Restoran sessiz ve temizdi. Klimaların soğuğunda büyük
ekran tv'de dönen arapça klipleri izleyerek yorgunluğumuzu attık.
Burayı bu kadar geç farkettiğimize çok üzüldük.
Dışarı çıktığımızda akşam
çoktan şehrin üstüne çökmüştü. Tentelerden ve bezlerden
yapılmış küçük çay bahçelerinin yanından geçtik. Akşam
serinliğinde sahil gezmesine çıkan insanlardan farkları yoktu
aslında. Bu bizim Al Faşer'deki son akşamımızdı. Çünkü artık
Darfur haritasında elimi nereye koyacağımı biliyordum. Fora
Baranga Batı Darfur bölgesinin batısında, Çad sınırında bir
nokta işte. Ama Batı Darfur bölgesi emrine (Sector West)
girdiğimizden önce Batı Darfur eyaletinin merkez vilayeti El
Jenine'ye (El Geneina) gitmemiz gerekiyordu.
Son akşamın serinliğinde yürürken
küçük bir çocuk ellerini uzatıp para istedi. En fazla 5
yaşındaydı. Allah Kerim dedim. Karanlıkta parlayan gözlerine
dişleri eklendi ve gülerek Allah Kerim diye cevapladı. Sonra onun
önünde bizim arkamızda kalan yaşlı kadının yanına koştu. El
Faşer'den ayrılalı iki gün oldu. Şimdi El Jenine'de akşam vakti
ve bu sözü kendime tekrar etmek istiyorum. Allah Kerim.
Yine guzel bir yazi.o cocugun gozlerini gulduren umutlar solmasin.senin de yureginde ki masumiyet ...Dilerim Foro Baranga sana bir baska dunya gorusu getirsin.birbirlerini dusman bilen iki muslumantoplulugada kardesin namlusunda olme durtusden kurtulmak nasip olsun...
YanıtlaSilYine guzel bir yazi.o cocugun gozlerini gulduren umutlar solmasin.senin de yureginde ki masumiyet ...Dilerim Foro Baranga sana bir baska dunya gorusu getirsin.birbirlerini dusman bilen iki muslumantoplulugada kardesin namlusunda olme durtusden kurtulmak nasip olsun...
YanıtlaSilUmarım güzelliğin ve insanlığından bastığın her yere tohumlar saçmaya devam edersin can kardeşim.
YanıtlaSil