Sadece bilmek zorunda kalanların
bildiği yerlerden Fora Baranga. Darfur eyaletinin batısında Ege
Denizine bükülen Foça gibi, Çad sınırlarının içine bükülmüş
bir çizgi. Ufka doğru gördüğün mavi deniz değil Çad tarafında
kalmış koyu renkli dağlar. Üç tarafı Çad dağları ile çevrili
Vadi Azum'un komşusu bir kaç onbin kişilik yer Fora Baranga.
Vadi Azum geniş bir nehir yatağı.
Nil kadar geniş. Çad dağlarından Darfur'un içine doğru
kıvrılan, daha çok bir kumsalı andıran çizgi. Ancak içinde
yılın büyük bir zamanı tek damla su yok. İlk geldiğimde burası
tamamen su dolacak dediklerinde inanamadım. Şimdi yağmur sezonunun
başlarındayız. Haziran, Temmuz ayları yağmur sezonu. Önce habub
denilen hortum gibi rüzgar esiyor dönerek ve herşeyi toz içinde
bırakıp ilerleyerek. Sonra dehşetli bir yağmur. İnsanı
binaların içinde bile ürpertiye düşüren, 10 metre ilerdeki
tuvaletlere gitmeyi engelleyen bir yağmur. 4- 5 saat gibi yağdıktan
sonra ya duruyor ya da çiseleyerek son buluyor.
Vadi Azum'un üzerinde köprü yok.
Köprüler yaptırdım gelip geçmeye diye bir türkü de yoktur
burada. Kurak zamanlarda arazi araçları öndeki aracın izinde
gidiyor ve geçiyor bir şekilde. Bu genişliği yer yer 1000 metreyi
geçen nehir yatağında araçların kuma battığı da oluyor. O
zaman tüm konvoy duruyor. Vadi'nin öbür tarafındaki köylere
ulaşmaya çalıştığımız zamanlarda. Konvoy durduğunda araçtan
iniyorum. Bu, sadece burada olmak zorunda olanların bildiği bu
kumsalda yürüyorum. Patinaj çeken araçların gürültüsünü
kısıyorum zihnimde. Sadece hafif bir rüzgar sesi. Uzaktan dört
çarpı dört çeker eşekleriyle Fora Baranga pazarına giden
köylüler vadiyi geçiyor. Onlarınki kuma saplanmıyor evet. Hafif
bir rüzgar sesi sadece. Buz tutmuş Songhua nehrini yürüyerek
geçerken Harbin'de duyduğum heyecanı duyuyorum bu kuru nehirde.
Foro Baranga pazarını sadece 50-100
kilometre uzaklıklardan gelen, Vadi Azum'u geçen köylüler
doldurmuyor. Foro Baranga'yı Foro Baranga yapan sınır ticareti
olsa gerek. Zaten domates ve soğan dışındaki çin malı ürünler
ve kumaşlar ve diğer bir çok şey Çad'dan geliyor gibi. Pazarda
ortak dil Arapça. Ancak kriz zamanında Çad'a ve Central Afrika'ya
kaçanların ve aileleri oralarda kalmışların ve ticaret
yapanların Fransızca konuştuğu da oluyor.
Foro Baranga pazarı tahmin ettiğimden
çok büyük. Aslında bir çarşı ve yanına ayrıca pazar da
kuruluyor. Kumaşçılar, Çin işi ucuz terlikçiler ki buranın en
iyi ayakkabısı, mangocular muzcular soğan dometesçiler,
ekmekçiler, cep telefoncular, leğenciler, güğümcüler, açık
yemek yağı vs satanlar hepsi ayrı yerlerde toplanmış. Foro
Baranga'nın Fora Baranga'ya giden stabilize bir yolunun bile
olmamasından başka diğer bir sorunu elektrik, su ve kanalizasyon
şebekesinin olmaması. Dolayısıyla Foro Baranga çarşısı toprak
yolların iki tarafına dizilmiş tek katlı binalardan müteşekkil.
Kimse çöp toplamadığı için çöpler yolun ortasına atılıyor.
Ama herşeye rağmen ben bu çarşının canlılığını seviyorum.
Herşeye rağmen kadınların bir yandan çocuklarına bakıp bir
yandan meyve sebze sattığı ve herkesin bir şeyler alma telaşında
dolandığı yaşam dolu bir yer.
Krizden dolayı insanlar kırsal
alanlarda kalamadığı için hep şehir ve kasaba merkezlerinin
çevresine yerleşmiş. Bu yüzden büyük bir su sorunu var. Merkezi
yerlerdeki kısıtlı su yeni gelenlere yetmiyor. İnsanlar eski
köylerine de dönmeye korkuyor, dönmek istemiyor. Buralara göç
edenler çalı çırpıdan yapılmış çadırımsı evlerin içinde
kalıyorlar. Bahçelerinin etrafını da çalı çırpı ile
çeviriyorlar. Elektrik ve suyun olmadığı, kurak bir arazinin
ortasında nasıl yaşıyorlar anlamam mümkün değil. Darfur
genelinde bu şekilde yerlerinden olmuş ve hiçbir şeyi olmayan 1
milyondan fazla insan var.
Bazen Vadi Azum'un ötesine
gittiğimizde köylülerle konuşuyoruz. Suyunuz var mı diye
sorduğum köyün şeyhi, var diye cevaplıyor. Nereden dediğimde
Vadi Azum'dan diyor. 30 kilometre uzaklıktaki kurumuş nehir
yatağındaki kuyudan çıkarttığı suyu eşek sırtında getiren
bu köyün şeyhi suyum var diye düşünüyor. Merak ettim kim
suyum yok der diye. Merakımı Vadi Azum'un 50 kilometre ötesindeki
bir köyde giderdim. Suları yokmuş. Vadi Azum'dan su
getiriyorlarmış.
Bizim kaldığımız yer tüm bunların
uzağında, Fora Baranga merkezin bir iki kilometre uzağında.
Kaldığımız üssün dış çevresinde yere sevrilmiş kıvrım
kıvrım dolanan dikenli teller var. Dikenli tel çemberinin 10 metre
kadar içerisinde büyük kum torbası küplerinden yapılmış
güvenlik duvar var. Yüksekliği iki metre genişliği en az bir
metre. Her köşede ağır silahların olduğu nöbetçi kuleleri
var. Üssümüz yaklaşık 400 kişilik Burkina Faso askeri
birliğince korunuyor.
Burkina Faso'lular tanıdığım en
nazik insanlar. Fransızlardan bağımsızlıklarını kazanan diğer
ülkeler gibi Fransızca konuşuyorlar. Gördüğüm her asker
Bonjour'u Bonsoir'ı hiç eksik etmiyor. Mutlaka gülümsüyorlar.
Burkina Faso'ya bakıyorum internetten. Güler yüzlü insanların
ülkesi neresi diye. Dünyanın az gelişmişlikte sondan üçüncü
ülkesi. Ama kocaman kalpleri olan ülkeler sıralamasında birinci
ülke.
Hasan kafeteryamızın aşçısı.
Sivil hayatında aşçı mıydın diyorum? Değilmiş. Bir gün ufak
bir ziyafet verildiğiğinde koyun kesebildiği için ızgarayı o
yapmış. Komutan sen bundan sonra Kafeteryada çalış demiş. Her
gün bir koyun kesiyor Hasan. Akşamları Çad'daki dağlardan gelen
rüzgarın eşliğinde ızgaramızı yiyoruz. Ama sadece ızgara.
Çünkü Hasan et pişirmekten başka sadece pilav yapmayı biliyor.
Bulaşıkları da Hasan yıkıyor. Kafeteryayı da o yıkıyor.
Yorulmuyor musun diyorum. Komutan bana güvenip görev verdiği için
mutluyum diyor.
Kafeteryada 50 paundluk (10 dolar)
değil 5 paundluk telefon kartları satılıyor. Askerler için 50
paund büyük bir rakam. Hasan ailesini haftada iki gün arıyor.
Çarşamba günleri 5 paundluk kart alıp 5 dakika görüşüyor
çocukları ile. Cuma günleri 5 paundluk kart alıp eşiyle
konuşuyor. İki ay kaldı diyor gitmeme. 10 aydır buradaymış. Ama
bazen onları düşünmekten gece üçe kadar uyuyamıyorum diyor.
Çalışma masası arıyorum kendime.
Konteynırdan yapma odamda Arapça çalışmak için. Fora Baranga
çarşısında bana elinde el arabası ile eşlik eden çocukların
da yardımıyla arıyorum ama bulabildiğim sadece küçük plastik
yemek masalarından. Yanımda küçük bir çocuk dolaşıyor çünkü
çarşı girişinde yaşları 10 civarında değişen bir sürü
çocuk üşüşüyor. Doğru bir şey mi yanlış bir şey mi
bilemiyorum ama o karmaşadan yanımda bir çocukla çıkıyorum hep.
Çarşıda aradığım şeyleri bulmama yardımcı oluyorlar hem. 5
paund veriyorum. Çalışma masasını 10 gün kadar bulamadıktan
sonra Burkina Faso askeri iş atolyelerinden birinin marangozhane
olduğunu öğreniyorum. İki marnagoz çocukla konuşuyorum. Ne
kadar büyüklükte nasıl bir masaya ihtiyacım olduğunu
anlatıyorum. Herşey tamam tek eksik komutanlarının izni.
Komutanları “pas de problem” diyor. Sorun yok. Şimdi bu yazıyı
da iki Burkina Faso askerinin Fora Baranda'da benim siparişim
üzerine yaptığı çalışma masasında yazıyorum. Tamamen bana
özel bir çalışma masası. Bu masa beni Fora baranga'ya bağlayan
en büyük bağ çünkü giderken helikoptere koymak imkansız. O
yüzden buradaki kısıtlı zamanımda bu çalışma masasının
hakkını vermeye çalışıyorum. Arapça çalışıyorum. Yeni
kelimeler deniyorum. Onları yeni öğrendiğim kuralların içinde
kullanıyorum. Çalışma masam, Amazon'dan söylediğim Arapça
kitaplarım ve ben beraber iyi vakit geçiriyoruz.
Gün batımına doğru, çünkü gün
vakti sıcaktan imkansız, üssün çevresini çevreleyen yassı
dikenli teller ile kumdan duvarlar arasındaki ara alanda koşuyorum.
Bu yere serilmiş teller belime ancak geliyor ve manzarayı
kapatmıyor. Uzakta dağlar ve Foro Baranga var. Bir tarafta ise tek
tük ağaçlarla bozulmuş ova manzarası. Büyük bir sessizlikte
kendimi dinliyorum. Bir tarafran yeni Arapça kelimeleri
tekrarlıyorum. Bir akşam yine böyle koşarken gördüğüm bir manzara
ise aklımdan çıkmıyor. Hangi ülkenin üstüne battığı belli olmayan
güneşin doldurduğu doğa manzarası değil aklımdan çıkmayan,
burayı anlatan insan manzaralarından biri sadece.
Bir kadın vardı. Eşşeği az ilerde
duruyor. Yerde yatan dikenli tellerin yanında yere kadar eğilmiş.
Orağa benzer bir demir çubuk ile tellerin benim tarafımda
askeri bölgede kalan sararmış otları çekmeye çalışıyordu.
bu dünya hiç adil bir yer değil ve hiçbir açıklama bu insanların hayat şartlarını iyileştirmiyor.
YanıtlaSilçok güzel bir yazı olmuş, ellerine sağlık.