21 Nisan 2005

Yaşam ve Motosiklet > Giriş


Motosiklet sahibi olma isteği bende ne zaman başladı? Bilmiyorum. İstanbul trafiğinde değil, Ankara’da okuyorkendi sanırım. Bana çok uzak bir gelecek gibi gelmişti o zamanlar, olmayacak bir hayal gibiydi motosiklet sahibi olmak. Sonra İstanbul’da artık İstanbul yaşamının bir parçası haline gelmiş köprü trafiğinde otobüs camına yapışmışken kafam yanımdan geçen iki tekerliler de olabilir bu isteğin başlangıcı. Ben motosiklet istiyorum cümleciğinin geçiştirilen şeyler listesinden yapılacaklar listesine yükselttiren şey içimde ortaokuldan beri var olan uzak şehirlere gitme gezme adamının artık şehirlerarası otobüslerle yetinmiyor olması da olabilir. Bilmiyorum.

İnsan bazen bir şeyi yaşamının ortasında buluverir. Erguvan ağaçlarının o tuhaf rengi nasıl birdenbire karşınıza çıkmışsa öyle bir şeydir işte. Ne hüznün rengidir o, ne sevincin hepsini çağrıştırır Erguvanlar. Bazen yaşamının ortasında bir aşkın sancısını da bulur insan. Her şey o aşkın kahramanına yönelir, saatler, kapı çalmaları, yollar ve geceler. Yağmurun yağması en sevdiğin şey olur, çıkar yağmurda yürürsün. Uçurtma yaparsın. Yıllarını verdiğin mesleğinin aslında senin için bir hiç olduğunu fark edersin, yaşamının ortasında bile değildir o iş, kenarında bile değildir, boşluğa tutunmaya çalışırsın. Dursan; işini uçurtmayı, aşkının muhtemelen seni figüran olarak bile işe almamış kahramanını ve Erguvanları bir kenara koyup ne zamandı bütün bunlar ne zaman hayatıma girmişti, ne zaman ilk görüşümdü bir Erguvan’ı ilkokulun ilklerinden miydi uçurtma uçurmak, Karadeniz yolculuğumda mı başladı yağmur sevgisi diye sorsan cevap veremezsin. Onlar yaşamına girmişlerdir işte, yaşamının renkleri ve renksizliğidirler. Bu yüzden ne zaman başladı bu motosiklet işi diye sorma bana, niçin diye hiç sorma, bütün niçinlerini biliyor musun sen?

Yoldan geçip giden motosikletlere bakma devri önce bir A2 ehliyeti alayım, daha ehliyetim bile yokken ne işim olur motorla düşüncesiyle engellenecekti ama engellenemedi karşıma ilk çıkan motor kursunda buldum kendimi, sonra motosiklet üreticilerinin sitelerinde modelleri fiyatları karşılaştırırken. Fuara gittim. Öyle kocaman üzerinde mankenlerin oturduğu motorlara bir göz atıp asıl motorlara, hayallerimi gerçekleştirecek olan, masaüstümde fotoğrafları olan motorlara yöneldim, gerçek olduklarını fark ettim, yaşadığım dünyada var olan 125 cc’lik motorlardan bir tane de ben almalıydım. Keşke sadece 125 cc lik motorlar için ayrı bir fuar olsaydı.

Motosiklet Günlüğü filmine gitmiştim, gerçi ilk 20 dakikadan sonra motor yoktu ama o 20 dakika da yetmişti. Bundan bilmem kaç yıl öncesinin motoruyla, ulaşım imkanlarıyla iletişim imkansızlıklarıyla adamlar kafaya koyup ne yapıyorlardı, ben kesin yapardım böyle bir şey canım yapmamam mümkün değildi.

Zen and Art of Motocycle Maintanence adlı kitabı okumaya başladım.

Motoru aldığımda bir saat daha geç çıkacaktım evden, bir buçuk saatlik yol kafadan yarım saate düşecekti. Böylece bir saat dana çok uyuyacaktım ama insan daha çok uyumak için motor almaz ki. Bunu her yerde söylemeyeyim.

Koruma kıyafetlerini almaya gittim her şeyden önce. Her şeyden önce onlar alınmalıydı çünkü. İstanbul’un bu yönünü seviyorum her isteyene göre bir şeyler bulunuyor. Kocaman bir dükkana girdim E-5 üstünde. Bir kask bir mont bir dizlik bir eldiven derken durdum; devam etsem bizim 125 cc’likten daha pahalı bir alışveriş yapmam gerekecekti. Eve geldikten sonra hemen ilk atım ve hala tek atım olan bisikletimle mont ve eldiveni denedim iki üç kilometrelik bir yol yapıp. Kaskı denemedim bisikletin üzerinde çok komik olacağını düşünerek. Ama kaskı, kafama taktığımda yumruk atma girişiminde bulunan çok iyi niyetli(!) bir akrabam denemiş oldu zaten. (acıyor!)

Motosiklet isteğimi gerçekleştirecektim, bu kararı verdiğimde her keseye göre bir motosiklet olduğunu öğrenmiş oldum, binlerce yetelem olmasa da ikitekerli olabilirdim. 125 cc de yeterdi, hem forumlarda da küçük motorla başlayın demiyorlar mıydı? Ve kararımı verdim. Yamaha YBR 125. Mutluyum mutlusun mutlu. Ama, her mutluluğa bir ama ekleniveriyor işte, ama motor şu an gümrükteymiş beklemek gerekmiş biraz.

Bursa’ya giderim, Çanakkale’ye, Edirne’ye. Akşam yemeği için Bolu’daki İsmail’in Yeri’ne giderim belki. Hatta yaz sonuna doğru İzmir’e de giderim Ankara’ya da. Sonra daha uzun yollar. Adamlar dağa çıkmış Ybr 125’le. Kim tutar beni? Kimse.

Şimdi motoru bekliyorum. Bir haftaya kalmaz elimde olacak bir aksilik çıkmazsa. Yaşamda tutunulacak yeni bir şey yoklamanın tedirginliğiyle, Boğaz’daki evinde Erguvanların açmasını bekleyen yaşlı bir teyzenin sakinliğinde, yağmuru bekleyen adamın sabrıyla, uçurtmanın sahip olduğu türkuaz rengi umutla ve bir aşığın sabırsız heyecanıyla motorumu bekliyorum.

Yakında gelecek. Gideceğiz.

yunus erdem öre, nisan iki bin beş, istanbul.

3 yorum:

  1. YBR nin tek eksigi lastikleriymis. en ufak islaklikta kayiyormus. Bence iyi bir lastikle degistir orijinal lastigini.
    Gule gule kullan...(gerci kaza yapmissin ama neyse ki iyisin)

    YanıtlaSil
  2. Tavsiyeniz için teşekkürler. Lastikle ilgili bir sorun yaşamadım. Belki kışın kullanma imkanım olmuş olsaydı o zaman yaşamış olabilirdim. Ancak sizin de dediğiniz gibi kaza yaptım. Karşı taraf kırmızı ışıkta geçince yapılacak pek bir şey kalmıyor. Motorumun durumu iyi değil pert olacak. O yüzden ikinci el bir YBR almayı düşünüyorum ve İkinci YBR dönemini böylece başlatacağım :)
    Hayırlısı.

    YanıtlaSil

sensizlikte

  geleceğin en karanlık olduğu bir yerde bir ateş gibi sarıldığım sensin bir pınardan içer gibi öptüğüm bir dalganın denize vurması gibi yüz...