07 Ağustos 2011

Detroit Tren Garı



Şaire sormuşlar Detroit'in en çok neyini seviyorsun; Chicago'ya dönüş yolunu demiş. 1 günlük Detroit seyahati sona ermek üzere.

Pittsburgh'dan gece ayrılınca tren koltuğunda uyuyarak Toledo'ya (Ohio) vardım. Koltuğum bir yatak kadar konforlu olmasa da ara ara uyandığımda soğuk kış gecesini aydınlatan kimi ışıklar görmek, camlardaki buz, orta kuzey amerika kışına dair her şey, çok farklı bir uykuda geçirmeme yetti.
Toledo'da iki saat bağlantılı otobüsü bekledim. Deriden uzun oturma yerleri vardı, metal tek kişilik banklar değil Pittsburgh'taki gibi. Bir de orada uyudum. Otobüste en önde uydum. Sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanan bu kış coğrafyasını seyretmek istesem de ara ara uyukladım. Ara ara fabrikalar gördüm. Bir tanesi çok büyük araba fabrikası. Uzaklardan Detroit şehir merkezini gördüm. Tekrar uyandığımda Amtrak istasyonundaydım. Google bana Woodwar Aveneu'dan 53 numaralı otobüse bin dedi, bindim ve Grand Circus Park'ta indim.

Mille Hotel Detroit, bir asırlık ince üçgen bir bina, Birkaç kez el değiştirmiş. Asansörü de binanın mimarisinin zorlamasıyla ince üçgen bir şey. Tarihi asansöründe de hissetmek mümkün. O her katı gösteren ışıklı rakamlar, ahşap kaplaması, hepsi otelin hikayesini anlatıyor.
Giriş saati öğleden sonra başlamasına rağmen erken geldiğim için ekstra ücret istemediler, kahvaltı saati 10:30'a kadar diyerek beni bir kez daha şaşırttılar.
Detroit'te ilk çayım bu.
Öğlene kadar bir kez daha uyudum.

Detroit'te en sevdiğim şey People Mover oldu. Şehir merkezinin üzerinde daire çizen küçük bir tren hattı. Zaten otele girmeden önce caddenin üstünde tırtıl gibi ilerlerken gördüğümde Detroit'e boşuna gelmemişim dedim. Öğleden sonra elli sent verip bindim. Girişte sadece kameralar var. Görevli yok. Sanırım tüm sistem insansız çalışıyor.
Bir tur attıktan sonra Greektown'da indim. Bu soğuk kuzey amerika gününde yunan müziği dinleyerek yunan lokantalarıyla dolu bir sokakta yürümek oldukça garip. Tavuk kebap ve baklava yediğim lokantanın patroniçesi Chicago'ya gideceğimi duyunca oğlunun işlettiği Chicago'daki Yunan lokantasının kartını verdi. Kartın arkasına da yunanca bir cümle yazdı. Sanırım seni özledim oğlum yazmıştır.
Akşam People Mover'ımla Detroit'e ismini veren nehrin kenarına gittim. Nehrin ismi Detroit değil, Fransızca detroit, bir köşe, kenar darboğaz gibi anlamlara geliyor. Bu nehrin iki büyük gelin arasında yer almasından. Tam gün batımı üzeri gittim. Kuzeyden güneye bir akıntı var. Nehrin üstünde buz parçalarının kimi zaman çatırdayarak olağancasına yavaş yavaş hareket etmesinden anlaşılıyor bu.

Kanada'ya hiç gitmedim ama Kanada'yı gördüm. Detroit'in akşamüstünden gördüm. Hiç kimsenin ama bir tek benim uğradığım Detroit sahil kenarından. Güneş güneyde Kanada ve Amerika'yı bağlayan Ambassador Köprüsü üzerinden battı. 1950'lerde doruğuna ulaşan ama sonra nüfusunun yarısını kaybeden bu şehri tanımak, onun kimsesiz sahilinde buz parçalarının akıntısını ve Kanadalı gün batımını seyretmek değişik bir tecrübe. Şimdiyese insanlarını kaybetmemiş Chicago'ya yolculuğum başlayacak.
Detroit'te insanlarını kaybeden şehrin anlamını da kaybettiğini gördüm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

sensizlikte

  geleceğin en karanlık olduğu bir yerde bir ateş gibi sarıldığım sensin bir pınardan içer gibi öptüğüm bir dalganın denize vurması gibi yüz...